Wednesday 21 April 2010

YVES SAINT LAURENT AT PETIT PALAIS (originally for Marie Claire Turkey, April 2010)

SADECE YVES SAINT LAURENT OLMAK
Geçtiğimiz ay Paris’te biri Petit Palais, diğeri Musée des Arts Décoratif’te 15 gün arayla modanın yakın tarihini anlatan iki sergi açıldı. Petit Palais’deki önünde her daim 1,5 saatlik kuyruğun bekleştiği Yves Saint Laurent için şimdiye kadar yapılan en büyük anma sergisi , diğeri “modanın ideal çağdaş tarihi” adi altinda ilk kez gerçekleştirilen bir 70ler ve 80ler turu. Bu serginin üçte birinin “büyük modacıya” ayrıldığını gözönünde bulundurursak, Paris’te yine bir Yves Saint Laurent rüzgarı estiğini söylemek yanlış olmaz. Aslında, geçen Şubat’ta Grand Palais’de gerçekleştirilen, hayat arkadaşı Pierre Bergé ile birlikte, kendi estetik anlayışları çerçevesinde 40 yıl boyunca topladıkları antika, tablo ve objelerin 370 milyon euroluk bir rekorla satıldığı“asrın müzayedesi”de dahil olmak üzere YSL zaten afişlerden hiç inmedi.
2008 haziranında Marakeş’ te çok sevdiği evi Villa Majorel de, en korktuğu şey olan yalnızlık içinde hayata 71 yaşında gözlerini yuman bu mahsun bakışlı, hassas, ve utangaç ama 40 yıl içinde 15.000 elbiseye imza atacak, kısa hafızalı moda dünyasına bir o kadar da uzun soluklu kariyeriyle kocaman bir damga vuracak dayanıklılıktaki moda imparatorunun başarısının ardındaki sır neydi?
Herhalde öncelikle moda dünyasına bir bomba gibi düşüp, şimşek hızında ilerleyip bir yıldız gibi ardı ardına patlması. Şöyle ki kendini bildi bileli mankenlere elbiseler çizdiği Cezayir’in Oran şehrindeki evinden Paris’e Chambre Syndicale’de okumak için gelmesi ile, kendini 25 yaşında Haute Couture moda evi sahibi olarak bulması arasında geçen zaman sadece 7 yıl. Açılımı: Okul hayatı Christian Dior tarafindan keşfedilip yanına asistan olarak alınana kadar 3 ay. Dior’un ölümü üzerine 21 yaşında tarihin en genç moda prensi unvanını alması için geçen süre 2 yıl, 6 koleksiyondan sonra Dior’dan atılıp, Pierre Bergé ile tanışarak kanatlarının altına girme ve Saint Laurent Haute Couture’ü kurma hikayesi, klinik depresyonlar da dahil 4 yıl.
1958’deki ilk bombası Dior için hazırladığı “Trapez”koleksiyonunun, üçgen şeklinde geniş elbise ve sokak modasını ilk kez Haute Couture’e taşıyan siyah deri ceketleri ( ama vizon bordürlü krokodil ) sayesinde elde ettiği büyük başarı. Diğer bombalar ise ardı ardına patlayan: 1965 Mondrian koleksiyonu, 1966 da ilk smokin , 67 de ilk safari gömlek ve 1968 deki ilk jumpsuit.
Takip eden bomba Musée des Arts Decoratif sergisinin de açılış çizgisini oluşturan, kariyerinin en başarısız ve tek fiyasko ama moda tarihinin mihenk taşlarından, basının deyişiyle “zevksizlik abidesi” 1971 ilkbahar yaz, “retro” koleksiyonu. 40’lardan esinlenen yeşile boyalı tilki kürkler, kamuflaj desenli, basenden büzmeli elbiseler ve örgü gece kıyafetlerinden oluşan bu koleksiyon, kendinden sonraki kuşaklara da örnek olacak şekilde Yves Saint Laurent’ın aslında çağdaş kadını nasıl gördüğünün, ona seksi olma hakkı ve baştan çıkarma özgürlüğünü vererek , kadınsı tavrını nasıl değiştirdiğinin göstergesi. Ayrıca koleksiyonun ticari başarısızlığı, aslında daha çok inandığı pret à porter‘ye ( hazır giyime) Rive Gauche markasıyla geçişinin başlangıcı ve bu sektörün gerçek doğuşunun müjdecisi. İşte iki sır daha.
Biraz açmak gerekirse, 60’lar Courrèges, Paco Rabanne, Pierre Cardin gibi fütürist Paris modacılarıyla, sokak modası ve mini eteğin doğuşuyla kadını özgürleştiriyor ama aslında göğüssüz kalçasız, à la garçon siluetlerle onu erkeklerle sadece erkeksi bir biçimde eşitleştiriyordu. Oysa Yves Saint Laurent erkek kıyafetlerini özgürce uyarlayarak dişiliklerini ön plana çıikarmaları için kadınlara giydiriyor, pantalonu ve çıplak tene geçirilen smokinleri baştan çıkarmaya alet ediyor, onlara gerçek gücü işte bu şekilde veriyor.
Ayrica, Musée des Arts Décoratif 70’leri bizlere, biraz hakkı tam verilmeyen, renkli ve melez ,genç, ve pratik gamsız bir dönem ve kısacık bir 10 yılda içine psychadelic, hippi, etnik, punk, disco, jean, spor giyim ile bir o kadar da yeni stilistin sığdığı egzotik bir çıfıt çarşısı olarak aktarırken ortak paydayı YSL öncülüğünde hazır giyim markalarının yaratılması olarak koyuyor. Moda tasarımcıları terimi bu dönemde çıkıyor. Issey Miyake batının antipodu şeklinde modernlik ve sadelik rüzgarları estirirken, Kenzo “ anti couture” ü geliştiriyor. Cacharel, Dorothée Bis ve Chantal Thomas hazır giyimi yeni deneylere sürüklüyor, Sonia Rykiel örgü kazaklarını yerleştiriyor, Karl Lagerfeld Chloé’de ultra sofistike/cool kadın tarzının doruğuna çıkıyor.
Haute Couture bitti mi diyecekiniz. Cevabı aslında can çekişirken Saint Laurent esaslı bir bombayı da bu alanda patlattığından biraz toparlandı şeklinde. Tek seve seve gittiği ülke Fas.Yoksa o bol bol hareketsiz seyahat edenlerden, odasının dört duvarı arasında sık sık hayali yolculuklara çıkanlardan. Ta 60’lardan itibaren Hindistan, Afrika, Çin ya da İspanya etkili koleksiyonlar yaratsa da bu alandaki bomba esas 1976’ da Opera ve Rus Balesi koleksiyonuyla patlıyor. Belki en başarılı değil ama en güzel koleksiyonum dediği, Marakeş’te hummalı bir çalışmayla en ufak detaylarına kadar ince ince çizip renklendirdiği, kendinden o derece vermiş ki Paris’e döndüğünde yeni bir kriz yapıp direkt Amerikan Hasanesine kaldırılmak zorunda kaldığı, herkesin hayranlık içinde egzotik, folklorik, barok diye betimlerken kendisinin ben aslında sadece biye tekniğini nasıl çalışacağımı kavradım diye açıkladığı, günün zevkine yeniden ihtişamı, işlemeleri, payetleri, zengin detayları ve gösterişli kumaşları taşıyan şu meşhur koleksiyon. İlk defa podyum kullanarak mankenleri star, müşterileri de seyirci konumuna getiren, gösterişli showlarla haute couture’un artık bir eğlence haline geldiğini dünyaya duyuran, ona sokağı bıraktırıp gerçeklerden kopartarak artık sadece bir imaj yaratma misyonu yükleyen, bu teoriyi ertesi gün Rive Gauche mağazasında bir sene öncesinden 20 kat fazla satışı sezon sonu mallarıyla yaptırarak kanıtlayan şu ünlü defile. Bu da başka bir sır.
80’ler haute couture’ün varlığını diğer akımların yanısıra devam ettirdiği, petrol krizi ve doğurduğu petrol zengini arap yeni müşteri kitlesiyle taze kan bulup, hatta sonu hüsranla bitse bile Christian Lacroix gibi sektöre yeni isimler kazandırdığı bir dönem. Bazı şeylerin de bittiği: Modanın Matisse’i Yves Saint Laurent , renkleri bana Marakeş verdi diyerek, haute couture’ün geleneksel uyum harmoni ve renk akorları yerine siyah- mavi, pembe- turuncu, pembe- sarı gibi çarpıcı ve cüretkar kombinasyonlar geliştiriken 80’ler ilk yarısındaki power women, ikinci yarısındaki minimalist yaklaşımıyla bir önceki dönemin cıvıltılı renklerine kocaman kara bir çizgi çekiyor. Siyahı getirenler özellike japon modacılar.Bir yandan delik, yırtık ve pejmürde estetiğini benimsetirken , Rei Kawakubo (comme des garçons) asimetrik kesimin, Yoji Yamamoto deconstruction tekniğinin sınırlarını zorluyor. Jean Paul Gaultier alışılmamışla günün estetiğini , Thierry Mugler ve Claude Montana vizyonel tasarımları ve teatral defileleriyle geniş, kare, vatka omuzlu, dar belli power women siluetini belirliyor.Romantik kadını Romeo Gigli, Barok ve tarihi akımı Christian Lacroix ve Chanel, modada sanatı Jean Charles Castelbajac temsil ediyor, dönemin en büyük teknolojik gelişmesi olan lycra’yi en iyi Marc Audibert stretch tasarımlarında kullanıyor. Musée des Arts Décoratif sergimiz bu dönemi modanın moda olduğu, markaların her tarafa yapışmaya başladığı , logomania, total look ve aşırı tüketimin hüküm sürdüğü ancak özgür yaratıcılığın en çok gelişme şansı bulduğu, genç tasarımcıların ardı ardına lanse edildiği altın yıllar olarak değerlendiriyor.
Yves Saint Laurent bu dönemde Castelbajac gibi modaya sanatı taşıyanlardan. Haute Couture kolekiyonlarıyla birçok sanatçıyı anarken,1988 te Van Gogh’ un ayçiçekeleri ve iris tablolarından esinlenen işlemeli payet ceketleriyle dünyanın en pahalı parçalarını yaratmış oluyor. Ancak her dönem var olmasının esas sebebi, onu manevi varisi olarak bellemiş Coco Chanel gibi modayı sevmeyip stile inanması. Gece kıyafeti ya da siyah küçük elbiseye alternatif geliştirdiği ve 236 koleksiyonunda bermuda, uzun elbise, jumpsuit, spencer , bolero, trenç, ceketli, ceketsiz; gömlekli, gömleksiz, robe de chambre ya da turbanlı ancak sadece mendili, çiçeği, kolyesi, kurdelesi, röveri ya da bluzunun beyaz olmasına izin verecek kadar, bir başka versiyonunu bıkmadan çalıştığı smokinin stilistik temellerini hayatı boyunca araştırmaya devam ediyor. Moda geçici, stil kalıcıdır diyerek her daim stilini güçlendiriyor. Işte bu da en önemli sırrı: Sadece Yves Saint Laurent olmak.
Maddi başarısı? Yanında para taşımazdı, varlığının miktarını bilmezdi fakat 1997’de 1 milyar € cirosu ve bordrolu ve dolaylı çalışanlarıyla 20.000 kişilik bir imparatorluğun sonunda yılan hikayesine dönen sahibiydi. LVMH, Pinault grubu savaşlarıyla Gucci ‘nin parçası olmuş, zavallı seviyesine koyduğuTom Ford’la “ne yapsın elinden geleni yapıyor “ demekle yetindiği nefretli bir 4 yıl geçirmişti. 2002 de moda dünyasına veda ettiğinde gerçi haute couture 1 euro sembolik değerle satışa çıkmıştı ancak, 2008 de L’Oréal’e kozmetik bölümü için 1,15 milyar euroyu tıkır tıkır saydırtacak dünyanın en güçlü markalarından birini yaratmıştı.
Amfetamin ,kokain ve alkol bağimlılığının birçok kez hastanelere sürüklediği bir aşırı, ördüğü duvarların arkasında içini yaratıcılık adına kuruyana kadar boşaltan yalnız bir çilekeş, 50 yaşına gelmeden hem fiziksel hem psikolojik olarak tükenmiş , zarar verme eğilimli, egoist ve benmerkezci bir depresif ama bir o kadar da geçmiş yüzyılın lüksünü Proustvari bir duyarlılıkta yaşayan ince zevkli bir kibar, kaybolan cennetin nostaljisini derinliklerinde duyan modern bir romantik, 1971de “ Homme “ parfümünün basın ilanları için Isa’ yi andıran uzun saçları ve kalın çerçeveli siyah gözlükleriyle çıplak poz vererek skandal çıkartacak kadar gününün insanıydı.
Andy Warhol’la yakın dost, Catherine Deneuve’le ayrılmaz ikili, aralarında Rudolf Nureyev’in de bulunduğ sayısız kısa süreli aşklarına rağmen, üzerinde çok mürekkep akıtılsa da hala tam anlaşılamamış şekilde Pierre Bergé ile 50 yıllık hayat arkadaşıydı.
“Chanel daha büyük bir otoriteydi, Elsa Schiaparelli’ nin hayalgücü, Balenciaga’ nın tekniği daha güçlüydü, Madeline Vionnet daha virtuozdu, Courrèges ise daha modern . Ama Yves Saint Laurent tüm bu insanların aritmetik toplamıydı , fırtınalı bir efsaneydi” diyor Marie Dominique Lelièvre ,Ocak ayında satışa çıkan ancak Pierre Bergé’nin veto ettiği çok polemikli otobiyografi Saint Laurent , Mauvais Garçon kitabının girişinde . Kendisi kendini çağdaş kadının gardrobunun yaratıcısı olarak konumlandırsa da aslında hiçbir disiplinden gelmeyen, tek patronu sadece 2 yıl Christian Dior olmuş fakat sonuçta 20. yüzyılın ikinci yarısının bu en büyük modacısını tam bir yere oturtmak mümkün değil. Paris şehrinin ne haute couture koleksiyonu ne de modayla alakası olan zarif güzel sanatlar müzesi Petit Palais’nin sergi organizatörleri de yer seçimini böyle açıklıyor: Sadece o Yves Saint Laurent olduğu için.
Yves Saint Laurent, Petit Palais, 11 Mart-29 Ağustos 2010
Histoire Idéale de la Mode Contemporaine Vol 1 ; 70-80, Musée des Arts Décoratif,1 Nisan- 10 Ekim 2010,

No comments:

Post a Comment