Wednesday 21 April 2010

MODA MÜZESİ- MÜZE MODASI

Bilmece gibi geliyor kulağa ve aslında zaten bir bilmece. Müzelerin bu kadar moda oldugu yüzyılımızda, özel müze ve galerilerin mantar gibi bittiği, moda ve sanatın yeni din olarak adlandırıldığı çağımızda, moda müzelerinin bir taraftan revaçta bir taraftan da acılar içinde olmasına ne demeliyiz? Ya da tekstil’in en önemli sanayilerden biri olduğu ve halihazırda çok yönlü bir moda açılımı yaşayan Türkiye’nin bundan kendine çıkaracağı sonuç ne olmalı?

Sanat sayılmamış ama bir anlamda moda, sanat kadar eski ve değerli. Güzel kıyafetler ve nadide kumaşlar aslında çağlar boyu zenginliğin simgesi, ancak krallar, kraliçeler ve çevrelerindeki mutlu azınlığın asalet ve ince zevkinin göstergesi, tene değecek kadar kişisel, çok yakın geçmişe kadar tabiri caizse altın değerinde “sanat objeleri”. Osmanlılarda seraser ( metal iplik dokuma) tamamen saray kontrolünde, altın miktarı standart tutularak dokunur, saray tarafından giyilir, diplomatik hediye olarak verilir, hatta memur ve “gizli ajan” maaşlarının ödemelerinde kullanılırdı. Napoleon’un Mısır seferi ile başlayan kaşmir furyasında Joséphine,bazıları 12.000 frank gibi korkunç fiyatlara varan yüzlerce şalıyla aslında kocasına az çektirmemişti. 20. yüzyılın basında ise Jeanne Lanvin, Musée d’Orsay’dekinden geniş empresyonist ressamlar koleksiyonunu aşağı yukarı sattığı her 15 haute couture elbiseye karşılık bir tablo almasıyla oluşturmuştu.

Moda, sanat gibi toplumun aynası. Üzerinden şöyle bir dünya tarihi turu atmak mümkün. Modanın, modern anlamda moda yönünü Fransız sarayı ve 14.Louis’e dayandırsak ta aslında mihenk taşı 1794’de herkesi istediği gibi giyinme özgürlüğüne kavuşturan, tüketimi denetleyen kanunların kaldırılması. 1920’ lerde geniş kitlelere ulaşan ve ancak 1960’ larda demokratikleşebilen moda, sosyolojik, tarihi, estetik ve ekonomik bir olgu, on liralık H&M ve Zara t-shirtleriyle günlük yaşamın bir parçası, toplumun ve herkesin malı.

İçiçeyiz ya, diyeceksiniz niye müzesi gerek. Çünkü moda, bir endüstri olmasına rağmen, bilgisayar, otomobil ya da hatta kendi dünyasına yakın kozmetik gibi endüstrilerden farklı olarak doğrusal değil, döngüsel bir yapıya sahip. Tarih gibi, tekerrürden ibaret. Moda her ne kadar avant- guard, toplumun önünde, yeni teknolojilere dayanarak, adı üstünde yeni modalar yaratan olduysa da, esas kaynağını hep geri dönüşlerden aldı. 1980’ler barok dönemi, 60’lar 1910’ların grafik ve Art Nouveau tarzını, 1950 ‘ler 1850 lerin çember krinolin ve korselerini geri getirirken, 1875 yılı 1830’ un görkemli geniş kol modasını, 1889 ise, Polonez etekler, ampir stili ya da arkası kabarık iki parçalı kıyafetlerle 1789’ ları, Fransız İhtilalinin 100.yılında gayet nostaljik bir şekilde ziyaret etti.

Kimse kesim teknikleri ve sofistikasyon olarak 1940- 50’lere ulaşamasa da, 2010 ‘larda moda kendini sil baştan yaratmanın eşiğine gelse de, can çıkar huy çıkmaz, biz gene hep geçmişten gidip birşeyler alacağız ve bugünün modasının referanslarını oluşturacağız. O yüzdendir ki Jean Paul Gaultier, Paris Musée des Arts Décoratif koleksiyonunun en önemli müdavimlerinden biridir ve 1950’ lerin modasını hatmetmiş olduğu gibi aynı zamanda bir Vivien Westwood hayranıdır, dolayısı ile tarihte birçok tur atmıştır. Keza John Galliano, haylaz görünümüne rağmen moda arşivlerinin iyi bir öğrencisidir. Christian Lacroix, Louvre Müzesinin kendine konservatör yetiştiren okulundan mezun, moda tarihi üzerine uzman ve hatta günümüzün önemli moda sergilerinin küratörüdür. Karl Lagerfeld bugün en büyük özel moda dokümantasyonuna sahip kişidir ve ancak Chanel arşivlerine aylarla gömüldükten sonra, zamanında yeni görevinde ilk koleksiyonunu hazırlamıştır.

Buradan şu sonuca varıyoruz ki, günümüzün en modern modacıları, moda tarihinin en hummalı takipçileridir. Moda tarihini iyi soluklamamış büyük modacı olmaz ve moda toplumumuz ve kendi hikâyemizin aynasıdır. Genel anlamda moda müzesi kavramı,19. yüzyıla kadar örneğin ressamların, “büyük ressam” addedilebilmeleri için yapmaları gereken ve onlara Roma ve Yunan sanatını yerinde inceleme imkanı sağlayan özellikle İtalya gezisi “ Grand Tour “ un moda karşılığıdır. Yani moda bir bakıma, tarihinin yeni, yeniden ve tekrar ziyaret edilmesi gereken bir temcit pilavıdır.

Modanın çıkış noktasının Fransız sarayı olduğunu belirtmiştik. Ancak tarihin en önemli “iconcan”i Marie Antoinette’in Fransız İhtilali ile yok edilen muhteşem gardırobuyla çok sembolik bir şekilde tarihin de şahit olduğu gibi, sanmayın ki Fransızlar modanın en önemli koruyucları ve değer bilenleridir.( Oysa medahar-i iftiharımız olarak 2500 ü aşkın kaftanıyla Topkapı Sarayı müzesini dünyanın en önemli tekstil kolleksiyonlarından biri olarak sayabiliriz.) Günümüzde Paris’in iki moda müzesi, Musée Galliera ve Musée des Arts Décoratif toplamında 170.000 parçalık çok zengin bir tekstil, aksesuar ve giysi koleksiyonuna sahip ancak bu müzeler yılda 1-2 kez düzenlenen sergiler dışında halka kapalı ve arşivleri görmek ancak randevu ve “ konuyla ilgili “ olmakla mümkün. Yazıktır bu kadar zenginliği gömmek, buna bir çözüm yok mu diye Musée Galliera ‘nın eski direktörü Catherine John-Diéterle’ye konuyu sorduğumuzda yüzünde bıkkın bir ifadeyle,’ kimse müzeyle ilgilenmiyor, görüşlerinizi belediyeye yazın ‘ cevabını veriyor.

Kıyafet koleksiyonu konusunda Anglosaksonlar ve İskandinavlar öncü. Dünyanın en büyük dekoratif sanat ve design müzesi, Victoria and Albert, tekstil bölümü için ilk kıyafetini 1844 te alıyor ve tüm müzelerin aksine bünyesinde sürekli açık bir moda bölümü bulunduruyor. 1937 de New York‘ta kurulan ‘Museum of Costume Art’ ise ‘The Costume Insitute’ olarak bugün Metropoliten Müzesinin bir parçası ve geçen sene Brooklyn müzesinin de dahil olmasıyla bugün dünyanın en büyük kıyafet koleksiyonunun sahibi. Dernekleri ‘Friends of The Costume Insitute’ modayı bir sanat türü, moda tasarımını da ciddi bir akademik disiplin olarak teşvik ediyor. Costume Institute Gala gecesi ise gerek katılanları, gerek kıyafetleriyle Oscar törenlerini aratmayacak bir önem taşıyor.

Bu devlerin yanında esas takdire layık olanlardan biri Kyoto Costume Institute (KCI). Özel bir girişim olarak, 1978 de Japonların bugün giydiği ama bilmediği batı modasını anlamak ve köklerini araştırmak üzere, Japon tekstil sanayine ve Japon moda kültürüne katkıda bulunmak amacıyla Japonya’nın lider iç giyim markası Wacoal tarafından Kyoto’da kuruluyor. KCI Genel Müdürü Nobuyuki Ozaki’ye göre ekonomi ve kültür bir şirketin en önemli iki ayağı. Ancak ikisine de sahip olan bir şirket sağlıklı büyüyebilir.

10.000 kıyafet, 20.000 kumaşlık bir koleksiyona sahip KCI en büyük değil ancak gerek düzenlediği sergilerin içerik ve kalitesi gerek yayınlarıyla dünyanın en önemli müzeleri arasında yer alıyor. Kıyafetler döneminin vücut ölçülerine göre özel üretilmiş mankenler üzerinde sergileniyor, Taschen’in bastığı iki ciltlik 18-20. yüzyıl moda tarihi kitabı, referans olarak modayla ciddi anlamda ilgilenen herkesin başucunda yeralıyor. Öyle ki Chanel ve Dior gibi birçok moda evi, güvenilir ellere teslim ettiklerini bildiklerinden, kıyafet bağışlarını aksatmıyor.

Önemli bir girişim de Marsilya’da 1988 de kurulan ve Marsilya şehri ve yöresinin kıyafet zenginliğini değerlendiren Marsilya Moda müzesi. Bu müze zaman içinde Lille, Lyon, Viyana gibi şehirlerde buna benzer girişimlere öncülük ettiği gibi, içinde 100 ü aşkın Chanel ve diğer önemli markaları barındıran 6000 parçalık önemli bir 20. yüzyıl koleksiyonuna da ulaşmayı başarıyor. Müzenin ilk konservatörü Catherine Örmen bize tekstilin hassasiyetinden ve bu alandaki uluslararası koruma normlarının sıkılığından bahsediyor: Moda müzeciliğine soyunmak kolay değil, her daim 20C ısı, % 50 nem oranı, ışık ve toza karşı savaş ve doğal ve kimyasal sebeplerle oluşan yıpranmalara karşı çözüm gerektiriyor. Bir müzenin ancak sergiden sergiye halkla bütünleşmesine de karşı. Çözümü 3 aylık rotasyonlarla sergilenen parçaları değiştirmekte ve bu sayede müzeyi sürekli açık tutmakta buluyor.

Bir moda müzesi projesi, modaya yön vermiş parçaların depolandığı, yenilendiği, korunduğu ve sergilendiği, tarihinin akışını veren toplumsal ve sektörel bir hizmettir. Türkiye’de de böyle bir öncü olabilir. Tekstil kültürü zengin ülkemizde moda tarihi her ne kadar geniş araştırılmamışsa da, moda aşkı ve batı etkisi 19. yüzyılda Üsküdar ipek fabrikasını kapattıracak, Hereke ipek ve pamuklu kumaş üretimini halıcılığa çevirecek ve Osmanlı el dokumalarının sonuna imza attıracak kadar kuvvetli. Son yıllarda yaşanan moda patlaması hem ekonomik, hem sosyal; bir tarafta Türkiye’ye giren yabancı markalar, kurulan moda okulları ve birçok yeni moda tasarımcısıyla genel olarak modaya duyulan ilginin ve bilincin artması, diğer taraftan Türk markalarının ve tasarımcılarının dünyaya açılması, tekstilin Türkiye ekonomisindeki yeri, markalaşma ve design’ın önemi. Bir tekstil ve moda müzesi, tekstil sektörü ve türk tasarımcılarını destekleyeceği gibi, Japonya misali, batılı gibi giyinen bizlere bunun neden niçinini deşifre ettirecek modanın tarihi ve önemli referanslarını anlatan, gelecek nesilleri beslediği gibi bize geçmişimizden de kesitler veren, sosyal ve kültürel hayatımıza önemli bir katkı olurdu.


No comments:

Post a Comment